Ketojenik beslenmede belki de en zorlanılan ve hakkında en çok soru aldığım konulardan biri de kaçamaklar ve yapılma sıklığı.
Bir süreliğine, diyelim ki 3-6 ay süre ile ketojenik beslenmeyi planlıyorsunuz. Özellikle adaptasyon aşamasında (ilk ay) olabildiğince basit düşünmeli, öğünlerinizde ne yediğinizi bileceğiniz – makroları takip edebileceğiniz- bir şekilde planlayarak götürebilmelisiniz ki temelleri sağlam atıp etkileri tam anlamıyla gözlemleyebilme şansınız olsun.
Ketojenik beslenme eğer ağır bir antrenman programına sahip bir atlet değilseniz (ki muhtemelen değilsiniz) öğünlerde düzenli karb. (bakliyat-ekmek- yarım tabak pilav vb.) alımını ya da bir kaç günde bir yenilen tatlıyı – fazla meyveyi, ne yazık ki kaldırmaz.
Anlayacağınız, düzenli şekilde ketojenik beslenmek istiyorsanız “kaçamak” kavramına bakış açınızı değiştirmeniz gerekli.
Özellikle adaptasyon aşamasında kişinin çoğu zaman kendinibadem unları, krem peynirler, stevia/eritritol ile yapılan “hamur işleri” ve tatlılara boğması, hindistan cevizi yağlı kahvelere sırtını yaslayıp beslenmenin temel prensiplerini ihmal etmesi, orta ve uzun vadede istenilen sonuçlara ulaşılmasını ne yazık ki – en “tatlı” şekilde söylersem, engelliyor!
Bazı şeyleri kafanızda bitirmediğiniz, en azından planlı bir süreliğine belli alışkanlıklarınızdan neredeyse “tamamen” vazgeçmeye hazır olmadığınız sürece ketojenik beslenme sizin için uygun olmayabilir.
“Herkes ketojenik beslenmeli, sağlıklı olmanın tek şartı bu” diye bir kural yok.
Kendinize karşı dürüst olun:
İttir-kaktır sürdürdüğünüz, “sonuç alamadım!” deyip bırakacağınız bir ketojenik diyet yerine; çıtayı düşük ama sürdürülebilir tutup kendinizi keskin yasaklarla tartmadan, hakkını vererek yapacağınız düşük karbonhidratlı bir beslenme modeliyle daha iyi hissedebilir, daha iyi sonuçlar alabilirsiniz.
Eğer yönetebiliyorsanız süreç ya hep ya hiç – ya siyah ya beyaz tarzında olmak zorunda değil, zira sürdürebilirlik en önemli şey.