Ürik Asit Yüksekliği ve Beslenme: Bilinmesi Gerekenler

Ürik asit yüksekliği; medikal adıyla hiperürisemi, sistemdeki ürik asit seviyelerinin sağlıklı kabul edilen referans aralığının üstüne çıkması durumudur.

Vücudumuzdaki doku/proteinlerin yıkımı ve çeşitli gıdalarda bulunan “pürin” denilen doğal azotlu bileşiklerin metabolizması sonucu ortaya çıkan bir yan ürün olan ürik asit; fazlası vücuttan uzaklaştırılamadığı takdirde birikerek çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilmektedir.


İşlenmesini takiben büyük oranda kanda çözünen ürik asit; böbreklerden filtrelenir ve ağırlıklı olarak idrar ve kalan kısmı da dışkı yoluyla vücuttan atılır. Bu dışarıdan alım/üretim ve uzaklaştırma döngüsü çoğu sağlıklı bedende düzenli ve dengeli şekilde işlerken denklemin iki
tarafından birinde (fazla üretim ya da yetersiz uzaklaştırma) süreçlerinde yaşanabilecek dengesizlikler ürik asit seviyelerinin yükselmesiyle sonuçlanabilir.

Hiperürisemi şaşırtıcı şekilde yaygındır. Her 5 kişiden 1’inde gözlendiği gibi, genellikle kendi başına semptomlara ve rahatsızlığa neden olmaz. (He et al., 2021)


Çoğu insan, sahip olduğu yüksek ürik asit seviyeleri nedeniyle bir sağlık sorunu yaşayana kadar bu durumun farkında da değildir. Genetik yatkınlığı olan kişilerde eklemlerde toplanıp kristalleşerek gut hastalığı adı verilen ağrılı bir artrit formuna neden olabileceği gibi böbreklerde birikerek böbrek taşı oluşumuna yol açabilir. (Choi & Ford, 2007).

Yüksek ürik asit seviyeleri uzun süre tedavi edilmediğinde ileri vakalarda vücudun tüm dokularında tofüs adı verilen ağrılı, hasar veren birikimlere neden olabilmektedir.

Doktorunuzun uygun görmesi durumunda hiperürisemi durumu rutininizde ve beslenmenizde bazı değişiklikler yapmayı gerektirecektir. İşte hayata geçirebileceğiniz bazı temel değişiklikler:


6 Adımda Yüksek Ürik Aside Karşı Beslenme:

EN TEMEL ADIM: Diyetinizdeki pürin miktarını azaltın. Pürin içeriği yüksek gıdaları öğrenin ve beslenmenizi pürin alımınızı azaltacak şekilde planlayın. Pürin içeriği yüksek gıdaların tüketimi ürik asit seviyelerinde önemli artışlara neden olurken, pürin içeriği düşük bir diyet ürik asit seviyelerinin azalmasına yardımcı olabilir. (Yamamoto et al., 1990).


Ağırlık Yönetimi: Fazlalığınız varsa sürdürülebilir bir şekilde kilo vermeye odaklanın. Pürinden fakir sebze ve meyve tüketiminizi yüksek tutmak kilo vermenize yardımcı olabilir. Uzun vadede ağırlığınızı kontrol altında tutacak, hayat tarzı ve ihtiyaçlarınıza uygun bir sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite düzeni oluşturun ve takip edin. Yapılan araştırmalar ağırlığın kontrol altında tutulmasının hiperürisemi riskini azaltmada etkili olduğu düzenli olarak ortaya koymaktadır. (Gao et al., 2012; Krzystek-Korpacka et al., 2011; Chun et al., 2020).

C Vitamini Alımını Arttırın: Çalışmalar, düzenli C vitamini alımı ile ürik asit seviyeleri arasında ters orantı olduğunu gösterdiği gibi, C vitamini takviyesinin de ürik asidi azaltabileceğini ortaya koymaktadır. (Bae et al., 2014; Chun et al., 2020).

Alkolden Kaçının: Alkollü içecekler, özellikle de bira, ürik asit seviyelerini arttırabilir. (Choi & Curhan, 2004).

Fruktoz Alımını Limitleyin: Fruktoz alımının ürik asit seviyelerini artırabileceğini ve bu nedenle hiperürisemi ve gut riskini artırabileceğini gözlenmektedir. (Cox et al., 2012; Desmawati et al., 2019).

Yüksek miktardaki fruktoza karşı, özellikle de çoğu paketli/işlenmiş gıdada kullanılan yaygın bir tatlandırıcı olan, yüksek fruktozlu mısır şurubu (HFCS)/glikoz şurubu/mısır şurubuna karşı temkinli olun.


Esnek Şekilde Tüketilebilecek Gıdalar:

Bu gıdaların pürin içerikleri ve ürik asit ile olan etkileşimleri oldukça minimaldir, başka bir sağlık problemi olmadığı sürece rutinde esnek şekilde tüketilebilirler.

  • Yumurta
  • Süt ve süt ürünleri
  • Peynir çeşitleri
  • Çerezler, fıstık ezmesi, tahin
  • Tahıllar (ekmek-pirinç-makarna vb.)
  • Patates
  • Taze meyveler
  • Yeşil yapraklı sebzeler
  • Kahve, çay

Temkinli Tüketilmesi Önerilenler:

İçerikleri nedeniyle ürik asidi yükseltebilecekleri için sınırlı şekilde, porsiyon kontrolü dahilinde tüketilmeleri önerilen besinler:

  • Kırmızı et, tavuk, hindi eti, büyük balıklar
  • Bakliyatlar (fasulye çeşitleri, nohut, bakla, mercimek vb.)
  • Bulgur ve yulaf
  • Mantar, Bezelye, Ispanak, karnabahar, pazı, brokoli, kuşkonmaz, brüksel lahanası, semizotu

Tüketilmesi Önerilmeyen/Olası Yasaklı Gıdalar:

Olabildiğince kaçınılması gereken, tüketimleri halinde ürik asit seviyelerini zıplatabilecek gıdalar:

  • Şeker, fruktoz içeriği yüksek doğal şekerler (bal, reçel, pekmez şurup, nektar, kuru meyve çeşitleri), meyve suları, şekerli içecek ve paketli ürünler, hazır şekerli soslar.
  • Kızartma çeşitleri
  • Sakatatlar, küçük balıklar, deniz ürünleri ve av etleri
  • Alkollü içecekler, özellikle de bira ve yüksek alkollü içkiler.
  • İçeriği bilinmeyen paketli/hazır gıdalar.


Meraklısına Referanslar:

  1. He, H., Pan, L., Ren, X., Wang, D., Du, J., Cui, Z., Zhao, J., Wang, H., Wang, X., Liu, F., Pa, L., Peng, X., Wang, Y., Yu, C., & Shan, G. (2021). The Effect of Body Weight and Alcohol Consumption on Hyperuricemia and Their Population Attributable Fractions: A National Health Survey in China. Obesity Facts, 15, 216 – 227.
  2. Choi, H., & Ford, E. (2007). Prevalence of the metabolic syndrome in individuals with hyperuricemia.. The American journal of medicine, 120 5, 442-7 .
  3. Yamamoto, T., Yokoyama, H., Moriwaki, Y., Takahashi, S., Suda, M., Hada, T., & Higashino, K. (1990). The effect of completely purine-free diet of low sodium content on purine intermediates and end-product.. European journal of clinical nutrition, 44 9, 659-64.
  4. Koike, R., Kawakami, Y., Kondo, R., Onishi, M., Akiyama, M., Asai, T., & Arai, H. (2023). Effect of Dietary Counseling on Patients with Asymptomatic Hyperuricemia.. The journal of medical investigation : JMI, 70 1.2, 34-40.
  5. Gao, B., Zhou, J., Ge, J., Zhang, Y., Chen, F., Lau, W., Wan, Y., Zhang, N., Xing, Y., Wang, L., Fu, J., Li, X., Jia, H., Zhao, X., & Ji, Q. (2012). Association of Maximum Weight with Hyperuricemia Risk: A Retrospective Study of 21,414 Chinese People. PLoS ONE, 7.
  6. Krzystek-Korpacka, M., Patryn, E., Kustrzeba-Wójcicka, I., Chrzanowska, J., Gamian, A., & Noczyńska, A. (2011). The effect of a one-year weight reduction program on serum uric acid in overweight/obese children and adolescents. , 49, 915 – 921.
  7. Chun, J., Kim, J., & Linton, J. (2020). Prevalence of Hyperuricemia and Its Association with Obesity in Korean Adults: Analysis Based on 2018 Korea National Health and Nutrition Examination Survey. Korean Journal of Family Practice.
  8. Bae, J., Shin, D., Chun, B., Choi, B., Kim, M., Shin, M., Lee, Y., Park, P., & Kim, S. (2014). The effect of vitamin C intake on the risk of hyperuricemia and serum uric acid level in Korean Multi-Rural Communities Cohort.. Joint, bone, spine : revue du rhumatisme, 81 6, 513-9 .
  9. Choi, H. K., Gao, X., & Curhan, G. (2009). Vitamin C intake and the risk of gout in men: a prospective study. Archives of internal medicine169(5), 502–507.
  10. Choi, H., & Curhan, G. (2004). Beer, liquor, and wine consumption and serum uric acid level: the Third National Health and Nutrition Examination Survey.. Arthritis and rheumatism, 51 6, 1023-9 .
  11. Cox, C., Stanhope, K., Schwarz, J., Graham, J., Hatcher, B., Griffen, S., Bremer, A., Berglund, L., McGahan, J., Keim, N., & Havel, P. (2012). Consumption of fructose- but not glucose-sweetened beverages for 10 weeks increases circulating concentrations of uric acid, retinol binding protein-4, and gamma-glutamyl transferase activity in overweight/obese humans. Nutrition & Metabolism, 9, 68 – 68.
  12. Desmawati, D., Fasrini, U., Afriani, N., & Sulastri, D. (2019). Fructose Intake Related with Serum Uric Acid Level in Young Adults. , 14, 135-140.

Eritritol Nedir? Kullanılmalı mı?

Eritritol, tatlandırıcı özelliği olan polioller (şeker alkolleri) olarak da bilinen gruba dahil bir organik bileşiktir. Doğal olarak üzüm, armut, kavun, mantar gibi gıdalarda ve peynir, şarap ve soya sosu gibi fermente gıdalarda az miktarlarda bulunur. Kullandığımız formu endüstriyel olarak mısır nişastasındaki şekerin fermentasyonu/enzimatik hidrolizi ile üretilmektedir.

90’ların başlarından beri Japonya’da kullanılmaktadır ve dünyanın diğer bölgelerinde giderek popülerlik kazanmıştır.

Sıklıkla kullanılan şeker alkolleri (sorbitol-ksilitol-eritritol-mannitol) arasında kan şekeri üzerinde en az etkisi bulunan tatlandırıcı ise eritritoldür. Eritritol neredeyse sıfır kalori, sıfır karbonhidrat ve sıfır glisemik indeks skoruna sahiptir, bu nedenle düşük karbonhidrat ketojenik diyet uygulayanlar tarafından kullanılabilir.

Eritritol Nasıl Yapılır?

Gıdalarda kullanılan eritrirol,  mısır nişastası içerisindeki şekerin doğal bir kültürle fermente edilmesi ile elde edilmektedir. Süzülme ve kurutulma işlemlerinden sonra elde edilen ürün, sofra şekeri görünümüne ve tadına sahip, kristalize beyaz renkli bir maddedir.

Eritritolün Şekerle Karşılaştırılması

Eritritol

  • Gram başına 0.24 kalori içerir
  • Naneli veya ferah olarak tanımlanan tatlı bir tada sahiptir. Tek başına tüketildiğinde ağızda serinletici bir tat bırakır.
  • %60-70 tatlılık oranına sahiptir.
  • Sıvı içinde iyi çözünmez.
  • Sadece toz ve granül formları mevcuttur.

Şeker

  • Gram başına 4 kalori içerir.
  • Temiz tatlı bir tada sahiptir.
  • %100 tatlılık oranına sahiptir.
  • Sıvı içinde iyi çözünür.
  • Toz, granül veya sıvı formları mevcuttur.

Eritritolün Olumlu Yönleri:

Eritritol, diğer şeker alkolllerine kıyasla vücutta farklı süreçlerden geçer. Yapısal olarak eritritol, diğer şeker alkollerinden daha küçük bir moleküldür. Önemli ölçüde kana emilse de (%60-90), sonrasında idrarla atılır. Bu nedenle eritritol, diğer şeker alkollerine kıyasla daha az bağırsak rahatsızlığı üretme eğilimindedir.

Eritritolün potansiyel faydaları şunlardır:

  • Eritritol, diğer şeker alkolü tabanlı tatlandırıcılara kıyasla gram başına daha az kalori (gram başına 0.24 kalori) içerir. Karşılaştırıldığında, sorbitol gram başına 2.6 kalori, ksilitol gram başına 2.4 kalori içermektedir.
  • Eritritolün kan şekeri ve insülin seviyeleri üzerinde anlamlı bir etkisi yoktur.
  • Stevia’ya kıyasla sofra şekerine en yakın tat olması/tüketim sonrası damakta acı tat bırakmaması nedeniyle daha sık tercih edilir.

Potansiyel Sağlık Etkileri:

Eritritol tüketiminin bazı insanlar için faydası olabileceği gibi bazı insanlar için sakıncaları olabilir. 

Eritritol, kalori tüketimi veya şeker alımını azaltması gereken bazı kişiler için yararlı olsa da, her zaman beklenen faydaları sağlamayabilir.  2016 yılında yapılan bir çalışmada araştırmacılar, öğünlerde şekerin kısmen eritritol ile değiştirilmesinin etkilerini araştırdı. Çalışmanın bulguları, eritritol içeren öğünlerin daha düşük kan şekeri ve insülin yanıtına yol açmasına rağmen (şekerli öğünlere kıyasla), açlık ve tokluk skorlarında veya sonrasındaki şeker tüketim miktarlarında anlamlı bir fark olmadığını gösterdi. Yani eritritol şeker alışkanlığını bırakmak için iyi bir alternatif gibi gözükmemekte.

Çoğu tatlandırıcıdan daha az probleme neden olduğu/rahat tolere edildiği bilinmesine rağmen, bazı kişilerde eritritol tüketimine bağlı (özellikle de yüksek dozlarda) karın ağrısı, şişkinlik, ishal, baş ağrısı, gibi sindirim problemleri ve alerjik tepkiler görülebilmektedir.

Özellikle bağırsak florası ve gastrointestinal sisteme dair sağlık sorunları olan kişiler (geçirgen bağırsak sendromu / leaky gut/ IBS gibi), eritritol kullanırken dikkatli olmalıdırlar.

Eritritol ile Pişirme:

Asidik ve alkali direnci oldukça yüksek olup ısıya tahammülü iyidir. Dolayısıyla ısıl işlem görmeye uygundur. Şekere yakın bir tatlılık seviyesine sahiptir ve bu da onu pişirmek için popüler bir seçim haline getirir.

Şekere oranla %60-70 tatlıdır, dolayısıyla tarifte önerilen şeker miktarını %20-25 arttırarak kullanarak benzer bir tatlılık yakalayabilirsiniz.

Hem granül hem de toz formlarda bulunmaktadır. Toz formu, çoğu kullanım için tercih edilir, çünkü granül hali, suda çözünmediği için küçük parçalar halinde kalma/topaklanma eğilimi gösterebilir.

Protein Tüketmeli.. Ama Neden? Ne Kadar? Ne Zaman?

Ayrı bir sınıf biyolojik molekül olduğunun anlaşıldığı 18. yy’dan beri yoğun şekilde araştırılmaya devam edilen bir yapı protein.

İçeriği, fonksiyonları ve beslenmedeki önemine dair elimizde azımsanmayacak miktarda bilimsel veri olmakla birlikte; ilkokul hayat bilgisi derslerinden beri hakkında sıkça duyduklarımız ile proteininin hayatın ve sağlığın devamı için çok önemli bir bileşik olduğunun bilincindeyiz.

Okumaya devam et

Elektrolitler 101

Nedir Bu Elektrolitler?

Elektrolitler, uygun ortamda çözündüklerinde elektrik akımının iletimini yapan maddelere verilen genel bir isim olup, sağlık çevrelerinde sıklıkla kan, idrar ve ter içerisindeki elektrik akımını sağlayan bu maddelerin miktar/konsantrasyonlarını betimlemek için kullanılırlar.


Adını en sık duyduklarımız sodyum, potasyum, kalsiyum ve magnezyum mineralleri olup, bikarbonat, klor, fosfor ve çeşitli iz elementler elektrolitler denildiğinde akla gelirler.

Elektrolit: Vücut sıvıları içerisinde eriyik halde bulunan elektrik iletme kapasitesine sahip tuz çözeltileri.

Neden Önemliler?

Elektrolitler, kalbin atmasından beden ve beyin arasındaki bilgi aktarımının sinir yoluyla sağlanmasına, kan ve dokuların istenilen pH seviyesinde kalmalarına kadar neredeyse her metabolik fonksiyonun ve sürecin sağlıklı şekilde sürdürülebilmesi, dolayısıyla da hayatın devamı için kritik öneme sahiptirler.

Tıpkı bir tuzlu su balığının tatlı suda yaşayamaması gibi (ya da tam tersi), hücre içi ve hücre dışı vücut sıvılarında bulunan elektrolitlerin her daim belirli bir referans aralığında kalması canlılık için zorunludur.


Herhangi bir mineralin olması gereken aralıktan düşük ya da yüksek olması hassas dengeleri bozarak elektrolit dengesizliğine sebep olabilir. Elektrolit seviyelerindeki bu oynamalar gündelik hayatımızda sıklıkla yaşanmaktadır ve ufak tolere edilebilir miktarlarda yaşandıkları sürece semptom göstermeden beden tarafından düzenlenirler. Öte yandan seviyelerdeki ciddi oynamalarda halsizlik, baş ağrısı, migren, çarpıntı, mide bulantısı, kusma, kramplar, baş dönmesi, baygınlık gibi şekillerde kendini göstererek bazı nadir durumlarda gerekli müdahale gerçekleşmezse ölümle bile sonuçlanabilir.


Elektrolit paneli acil serviste temel metabolik panelin bir parçası olarak en sık çalışılan tahlillerden olup, pek çok akut ve kronik sağlık sorunun tanılanmasında büyük öneme sahiptir.


Öte yandan böbrek yetmezliği, kontrol edilmeyen tip-1 diyabet, yüksek dozda diüretik alımı, ciddi yanıklar sonucu ortaya çıkan sıvı kaybı ya da yeme bozukluğu – ölüm orucu gibi kaybedilen elektrolitlerin ve sıvının yerine konmadığı/konamadığı tablolar sonucunda ise çok daha ciddi şekillerde gözlenirler.


Elektrolit dengesizlikleri sağlıklı popülasyonda sıklıkla yüksek sıcaklıkağır egzersiz sonucu terleme ya da zehirlenmelere bağlı kusma ve (ya da) ishale bağlı yaşanan sıvı kaybı sonucu gerçekleşir ve eksikliğin giderilmesi ile çözümlenir.

İşte sıklıkla, bazen gündelik olarak yaşadığımız sıvı kaybı ve buna bağlı potansiyel elektrolit dengesizliklerine dair bazı örnekler:

  • Çok tuzlu bir şey yediniz, sodyum konsantrasyonu arttı. Vücudunuz yükselen sodyum miktarının sağlığınızı etkilememesi için size su içme sinyali vererek tuzu seyreltti ve konsantrasyonu istediği aralığa çekti.
  • Uzun süredir bir şey yemediniz/içmediniz – halsizlik yaşıyorsunuz. (Yüksek ihtimalle şekeriniz değil ama tuz konsantrasyonunuz ve sıvı miktarınız azaldı – belki de buna bağlı olarak tansiyonunuz düştü.)
  • Gıda zehirlenme sonrası tartıda hızlı bir düşüş gördünüz, herkes süzüldüğünüzü söylüyor. (Şok diyetler ile benzer bir durum.)
  • Ağır spor esnası – sonrasında başınız dönmeye başladı – mideniz bulanıyor.
  • Kahveyi abarttınız ve hiç su içmediniz – başınız ağrıyor.
  • Alkollü bir gecenin sabahı yüzünüz gözünüz olduğundan şişkin uyandınız.

Nereden Nasıl Alınırlar?

Vücudumuz yukarıda bahsettiğimiz gibi, düzenli olarak bu minerallerin/tuz çözeltilerinin hücre içi ve dışı konsantrasyonlarını belli bir oranda homeostasi durumunda tutacak ayarlamaları yapar. Düzeylerin belirli seviyelerde kalması için sağlıklı bünyelerde gerekli direktif ve komutları verir. Bizi elektrolit kaynaklarına yönlendirerek gerekli anlarda susamamızı, canımızın spesifik gıdaları; tuzlu yemekleri – atıştırmalıkları hatta sebzeleri bile çekmesini sağlar.

Elektrolit dengesinin sürdürülmesinin yolu düzenli olarak sağlıklı bir beslenme modelinin benimsenmesinden geçer.


Tuz, sebze ve meyveler, hayvansal kaynaklı besinler başta olmak üzere “doğal – sağlıklı” olarak tanımlayabileceğimiz neredeyse her besin değişen seviyelerde elektrolitleri içerirler. Genel sağlık tavsiyeleri elektrolit dengesinin korunması adına güzel bir örnek olup gündelik olarak belirli bir miktarda tuz alımı, yeterli sıvı alımının sağlanması (su içmek ve diüretik etkili içecekleri azaltmak), düzenli yeşillik tüketimi ve tabağın renklendirilmesi/çeşitlendirilmesi çoğu sağlıklı birey için dengenin korunması adına yeterlidir.


Günlük Ne Kadar Elektrolit Almalı?

Gündelik ihtiyacınız, yaş, ağırlığınız, kas kütleniz, aktivite durumu, ortamın sıcaklığı – iklim, günlük içilen su ve alınan diüretiklerin miktarına bağlı olarak büyük değişkenlikler gösterir. Çoğu sağlıklı bireyde sağlıklı beslenme kurallarına uymak gündelik ihtiyaçların alınması adına yeterli olacaktır.

Detoks içeceklerinin sağlıklıtazeleyici olmalarının temel nedeni çok besleyici olmaları ya da karaciğere mucizevi bir destek sunmaları değil, özellikle içerdikleri yeşil sebze ve meyvelerden gelen elektrolitlerin yaşanan eksikliği tamamlamasıdır. Aynı durum maden suyu ve çeşitli sporcu içecekleri için de geçerlidir. ( Her ne kadar içerdikleri mineraller anlamında içerikleri oldukça yetersiz olsa da)


Benzer amaçla özellikle ciddi sıvı kayıplarında içerisinde su, tuz, şeker, kabartma tozu – karbonat – potasyum klorür bulunan ORS (oral rehidratasyon sıvısı) kaybedilen sıvı ve elektrolit dengesinin tekrar düzenlenmesi için kullanılır. Aynı şekilde acil servislerde bol bol talep edilen serum, (izotonik salin ya da serum fizyolojik) da tuzlu sudan başka bir şey olmamakla birlikte yine temel amacı kandaki elektrolit dengesini düzenlemektir.


Dışarıdan Takviye Gerekli mi?

Kaliteli beslenen sağlıklı popülasyonun ekstrem durumlar dışında takviyeye ihtiyacı olmadığı düşüncesi genel sağlık otoritelerince kabul görmüş bir yaklaşım olup semptom görülmedikçe takviyenin gereksiz olduğu belirtilmektedir. Beslenme yoluyla elektrolit alımının yeterli olmadığı ya da kayıpların yüksek olduğu düşünülen bazı noktalarda eksikliklerin giderilmesi adına tüketilen gıdaların içerik ve porsiyonları ihtiyaçlar dahilinde arttırılabilir ya da ek takviyelere (besin takviyeleri gibi) başvurulabilir.


Özellikle son dönem fonksiyonel beslenme trendinin yayılması ile magnezyum, potasyum takviyelerinin havada uçuştuğu bir ek besin pazarı oluştu.

Lütfen bu tür prospektüsü bile olmayan ürünleri yalnızca güvendiğiniz bir sağlık çalışanının önerisi ile kullanın.

Spor hocanız – yoga eğitmeniniz enerjik yapıyor diyerek önerdiği için avuç avuç tüketmekten kaçının. Her şeyin fazlasının zarar olduğu bilgisinin burada da geçerli olduğunu unutmayalım. Ek olarak özellikle dışarıdan ek potasyum takviyesi konusunda temkinli olmakta fayda var.

Hangi Diyetisyeni Seçmeli?

Gireceğiniz diyet’in:

  • Bir-iki aylık bir kısıtlayıcı “başaracağız” ana fikirli şok kilo kaybından ibaret olmadığını,
  • Sizin için doğru ve uygun beslenmeyi öğrenirken bir yandan da bu öğrendiklerinizi hayatınıza adapte etme ve yeni alışkanlıklar kazanma denemeleriniz olduğunu,
  • Değişen ihtiyaç, hayat şartları ve hızınıza göre aylara, yıllara hatta yaşam biçimi haline gelerek bir ömre yayılabileceğini,

Lütfen unutmayın.

Şok kilo kaybını değil, anlaşabildiğiniz birini arayın.

Çalıştığınız süre zarfında yanında olmaktan; vakit geçirmekten rahatsızlık duymadığınız, hatta “keyif aldığınız” bir uzmanı arayın.

Verdiği liste uygulanmadığı için sizi “motive etmek adına” azarlamak ya da sınırlı bir iletişimi tekrarlamaktan öte, size her görüşmede farklı şeyler katmaya çalışan, ne kadar yoğun olursa olsun dikkatinin size yönlendirildiğini hissettiğiniz, hayata ve sağlığa bakış açılarınızın yakın olduğu, özetle “kafanızın uyuştuğu” biri ile çalışmaya bakın ki;

Bu süreçten sadece kilo değil, özgüveninizi de kaybederek çıkmayın.

Ayrıca tek kazancınız verdiğiniz kilolar değil, kendinize ve beslenmeye dair kazandığınız bilgi, iç görü ve alışkanlıklar olsun.

Diyetisyen Randevusu Öncesi Sorular

Görseldekiler bir süredir en çok kulağıma çalınan sorular, talepler…

Danışanlarımdan değil; bilgi almak için arayanlardan gelen, randevu almadan önce sorulan sorular bunlar.

Evet, beraber çalışabilmek adına sizin için doğru kişiyi bulmanız gerekir, buna kalpten inanıyorum.

Bunun için sorular sormalısınız, hem kendinize hem karşınızdakine, doğru. Ama aşağıdaki örnek sorular ne kadar doğru, tartışılır.

Gelin, birlikte örnekler ile ilerleyelim.

  • “Bana bir ayda 15 kg verdirir misiniz?”

Ben kimseye kilo verdirmiyorum. İhtiyacı ve isteği olanlara yardımcı oluyor, yol gösteriyorum. Sizin adınıza yemek yemediğim gibi kiloyu alacak olan da verecek olan da sizsiniz. Burada benim görevim size güncel bilimsel verinin ışığında sizin için en sağlıklı ve sürdürülebilir yolu bulmanız ve hayatınıza adapte edebilmeniz size için yol göstermek, motive etmek.

  • “Sadece keto/aralıklı oruç/Karatay/Atkins/su orucu/yumurta diyeti/juice fast vsvs. yapmak istiyorum. 10 kiloyu ne kadar zamanda veririm?”

Cevaplaması zor, hatta çokça mümkün değil. Ancak tahlillerinizi, diyet geçmişinizi detaylı inceleyerek ve birlikte hazırladığımız programa uyacağınızı varsayarak rasyonel tahminlerde bulunabilirim. Sizi tanımıyorken; tahlil sonuçlarınızı görmemiş, alışkanlık ve tetikleyicilerinizi, nasıl bir dönem geçirdiğinizi bilmiyorken, size uygun beslenme modeline uzaktan karar veremem, sizin adınıza varsayımlarda bulunmam.

Sizin canınız bu diyetlerden birini yapmak istiyor olabilir, ama genel sağlık ve ruh durumunuz el verecek mi? Sürdürülebilirlik adına altyapınız hazır mı? Bir çıkış planınız mevcut mu?

  • Görüşme sürelerimin uzunluğu.

İlk görüşmemin ortalama 60-90 dakika sürüyor olmasının sebebi tam da yukarıda bahsettiğim nedenlerden ötürü sizi tanıyabilmek.

Beslenme sürecinize müdahale etmemi istiyorsunuz ama bunu sizi, genel sağlık durumunuzu, günlük rutininizi, yeme alışkanlıklarınızı, ihtiyaç ve deneyimlerinizi dinlemeden, sizi anlamadan sağlıklı bir şekilde yapamam. Kontrol randevu süreleri için de benzer bir durum söz konusu. İnsanın ihtiyaçları gün be gün değişir.

Hastaysanız başka, iş gezisine/tatile çıkacaksanız başka, hayatınızın çok stresli bir dönemindeyseniz başka türlü davranır, yer ve içersiniz. Bunları bilirsem, sizinle ona göre bir harekat planı oluştururuz. En önemlisi kendinizi tanımış ve sürecinizi detaylıca değerlendirmiş olur, kalıcı değişiklikler yapmış olursunuz.

  • “Diyet listelerini hangi sıklıkta değiştiriyorsunuz?”

Her gün gazetelerde onlarcası da yayımlanan diyet listelerinde bir sır ya da mucize yok. Olay, siz o listeye uyduğunuzda gerçekleşiyor. (Ama listenin de size uyması lazım; ihtiyaç ve yaşam biçiminize..) Listelerin değişim sıklığı sizin ihtiyaçlarınız doğrultusunda birlikte belirlenir. O yüzden yatak çarşafı değiştirir gibi, haftalık-aylık bir standardı yoktur.

(Sürecin hedefinde aslında listesiz doğru beslenmeyi başarmak var; görüşmelerimizde öğrendiklerinizle, size zarar veren alışkanlıklarınızı faydasını görecekleriniz ile değiştirmeniz yani.)

  • Hayır, her aradığınızda bana ulaşamazsınız. Her aradığınızda ulaşabildiğiniz kişi çalışmıyor, ya da sadece size çalışıyor demektir.

Yoğun bir takvimim var, fakat görüşme aralarımda asistanımın notlarına düzenli olarak bakar, danışanlarıma en geç 24 saat içinde yazılı/sözlü dönüş yapar, sorunuzu cevapsız bırakmam.

“Kişiye Özel” Diyet?

Tüm uzmanlar kişiye özel beslenme programlarından bahsederlerken günün sonunda elimizde kalanlar neden benzer listeler ve fit tariflerdetoks çayları oluyor?

Kalori hesaplanıp hazır çıktı doldurulunca listenin bir anda “kişiye özel” hale geliyor olması biraz garip değil mi?

Bir şeyler eksik sanki..

Diyelim ki çocuksuz komşunuz bankacı Seda Hanım ile benzer fiziksel özelliklere sahiptiniz.

Ondaki büyük değişimi görüp diyetisyenine gittiniz ve verdiği benzer listeyi uygulamaya başladınız.

Seda Hanım’a yarayan diyet planı, onun uygulamayı başarabildiği listeydi..

Peki bu diyet sizin hayat dinamiklerinize uymuyorsa ne yapacaksınız?

Bu noktada çalıştığınız kişiye büyük sorumluluk düşüyor.

  • Eğer kişi “ben yaptım oldu” mantığı ile sizi bir kalıba sokmaya çalışıyor, birkaç günden fazla sürdüremeyeceğinizi daha dinlerken farkettiğiniz ve durumu kendisine dile getirdiğiniz halde konu hakkında herhangi bir esneklik göster(e)miyorsa,
  • Eh şunu da yemeyi hiç sevmem, ama bir deneyelim bakalım; belki bir sonraki listeye değişir diyorsanız,
  • Kafanız şunu neden içiyoruz, bunu neden yiyoruz? Ben bunu nerden bulacağım ki? Aynısı internette de vardı, boşuna mı geldik? gibi sorularla dolu şekilde kendinizi 15 dakika sonra ofisten çıkmış halde bulduysanız,

O uzman-danışan ilişkisi yüksek ihtimalle sağlıklı şekilde yürümeyecektir.

Gerçekten sizi dinleyecek; gündelik yaşantınızdaki zorluklar, şartlar ve ihtiyaçlarınıza göre beraber planlama yapabileceğiniz birine ihtiyacınız var.

Hayatınızın mevcut durumu, stres düzeyiniz, saatler ve imkanlarınız doğrultusunda “diyetisyen”den ne beklediğinizi önceden kafanızda tasarlayın ve çalışacağınız kişiyi bu ihtiyaçlar doğrultusunda araştırarak belirleyin ki görüşmeniz umduğunuz gibi geçsin, bir sonraki diyetiniz gerçekten “size özel” olsun.

Doğru Kişiyi Bulmak?

Şehrin/sektörün “en ünlü – en başarılı” uzmanı ile de çalışsanız; eğer hedef, imkan ve ihtiyaçlarınız o kişi ile uyuşmuyorsa görüşmelerinizden anlamlı bir sonuç alamazsınız.

Diyelim ki kilo vermeyi planlıyorsunuz;

  • Hangi yaklaşım mizaç ve yaşantınıza daha uygun?
  • Sıkıntınız metabolik bir durumkronik bir rahatsızlık mı?
  • Yoksa duygusal bir tetikleyici, psikolojik iniş çıkışlar ile hortlayan duygusal yeme probleminiz mi var?
  • Motivasyonunuz mu yok?
  • Ya da spor ağırlıklı bir destek mi arıyorsunuz?

Bunların her biri “hakkını vererek” uzmanlaşması yıllar süren; ciddi eğitim, araştırma ve tecrübe gerektiren birbirlerinden oldukça farklı alanlar.

Aradığınız şeyin ne olduğunu baştan bilemeyebilirsiniz ama önceki deneyimlerinizden ve alışkanlıklarınızdan yola çıkarak ipuçlarını “hissedebilirsiniz“.

Bu ipuçlarını takip ederek çalışmayı planladığınız kişinin eğitimini, uzmanlık alanını, çalışma tarzı ve prensiplerini önceden araştırın. Gerekirse kişiye profesyonel yaklaşımı ile ilgili sorular yöneltin ve karşılıklı fikir alışverişinde bulunun ki doğru kişiye ne istediğinizi bilerek gidin.

Zaman, enerji ve imkanlarınızı sağlıklı bağlar kurabileceğinizi hissettiğiniz, bilgi ve tecrübesine güvendiğiniz kişiler ile paylaşın ki her şey çok güzel olsun.

Diyet Öncesi Tahlil

Özellikle yeni bir programa başlama arifesindeyseniz ya da yeni başladıysanız:

Genel bir sağlık kontrolünden geçin, fizik muayene yaptırın. Halihazırda şikayetleriniz varsa hekiminiz ile paylaşın ve en azından temel testleri içeren kan tahlilinizi yaptırın.

Kan tahlili genel sağlığınız ile ilgili pek çok kritik veri sağlayarak size detaylı bilgi verir ve uygulamak üzere olduğunuz/bir süredir uyguladığınız beslenme protokolünün size gerçekten ne kadar iyi geldiğini (ya da gelmediğini) somut bir şekilde kanıtları ile görmenizi sağlar.

Bir örnek ile açıklamakta fayda var; diyelim ki 6 aydır ketojenik besleniyorsunuz ve başlarken ailesel hiperkolesterolemi, insülin direnci ve tansiyon problemleriniz mevcuttu. Ketojenik beslenme ile birlikte tansiyon probleminiz çözüldü, eskisi kadar acıkmıyorsunuz, çok daha enerjiksiniz ve hedeflediğiniz kilo kaybını yaşadınız. İnsülin direnciniz çözüldü sanki. Şimdi ise aklınızdaki soru şu: o kadar yağı yedik, kolesterolden gitmeyiz inşallah?

İşte tam bu noktada kan tahlili özellikle risk grubunda olduğunuz göz önünde bulundurulduğunda size sürecin sağlığınızı nasıl etkilediğini objektif şekilde görebilme fırsatı sunar.

Elinizde başlangıç durumunuzu ve şimdiki durumunuzu karşılaştırabilecek veriler olmalı ki yaptıklarınızın artı ve eksilerini değerlendirme şansınız olsun. Herhangi bir hastalığınız olmasa ya da düzenli ilaç kullanmasanız dahi, bu adımı atlamayın.

Diyetisyeniniz – çalıştığınız uzman “başlangıç” halinizi bilmeli ki, ihtiyaçlarınız ekseninde doğru bir planlama yapabilsin. Herkes için doğru tek bir beslenme reçetesi olmadığı gibi herkesi farklı şekillerde etkileyen bir sürü değişken var. Bu yüzden uyguladığınız beslenme sistemi/diyetin sizin için “sağlıklı” olup olmadığını anlamanın yolu, analitik sağlık verilerinin periyodik aralıklarla karşılaştırmasından geçmekte.

Diyelim ki biri ile çalışmaya başladınız:

Eğer bu kişi yaşam ve beslenme biçiminize müdahale etmeden önce tahlil istemiyorsa… dikkat! (her ne kadar devlette diyetisyenlerin tahlil isteme yetkisi olmasa da yönlendirme ve değerlendirme önemli.)

Karşınızdaki kişinin/uzmanın tıbbi bulgularınızın işaret ettikleri konusunda tatmin edici bir bilgi sağlama açısından isteksiz/yetersiz olduğunu hissediyor ve sorularınıza cevap alamıyorsanız.. ikinci bir dikkat!

Eğer ola ki görüşmeden böyle bir his ile ayrıldıysanız ya da kafanızda soru işaretleri kaldı ise (özellikle de bir sağlık sorununuz varsa) o kişiyle çalışmayı ve beslenmenize dair tavsiyeler almayı bir daha düşünün derim.

Beslenme diğer tüm uzmanlık alanları ile derin ilişkilere sahip bir sağlık bilimidir; kilo alıp verme amaçlı ezberden diyet yazma, kalori sayma, bunu her fırsatta sosyal medyaya taşıma işi değildir.

Beklemeyin!

Evet, hayat uzun ve kısa.

Spora başlamak için o havalı taytı giymeniz, iyi hissetmek için terfi almanız; hayalini kurduğunuz dans kursuna yazılmak için kilo vermeyi beklemeniz gerekmiyor!

Sağlıklı beslenmeye başlamak için de illa günlerden pazartesi, ay başı, yıl dönümü ya da kız kardeşinizin düğününe 1 ay kalmış olması şart değil. Bu tarz dış kaynaklı motivasyonlar sizi anlık olarak harekete geçirirler fakat uzun vadede sürdürülebilir değildirler.

Devam ettirebilmek için içsel bir motivasyona-enerjiye ihtiyaç var.

Peki bu enerji nereden, nasıl gelecek?

Şimdi başlayarak. Şu an. Hemen.

Kahvaltıda ve öğlen yemeğinde ne yemiş olursanız olun; birazdan yiyeceğiniz şeye alıcı gözüyle bir bakın.

Aç mısınız gerçekten? Çok mu özlemiştiniz o şeyi, uzun zamandır hasret mi kalmıştınız birbirinize?

Değilseniz yemeyin. Sırf ikram edildi diye içmeyin.

Ayıp olmaz, ziyan olmaz!

Sağlıklı beslenmeye adım atmak için illa bir diyetisyene gidiyor olmanız, spora ya da kategorik bir diyete başlamanız, dolabınızın doğru gıdalarla dolu olması gerekmez. Toksanız, aynı şeyi daha dün yemişseniz, öğün atlamadığınız halde eliniz, ağzınıza götürmek için bir şeylere gidiyorsa… Gelsin farkındalık!

“Şu an itibariyle sağlıklı beslenmeye başlıyorum, yemeyeceğim seni!” Deyin, yemeyin içmeyin. (Vücudunuzun istediği de o değildi, hiç olmamıştı zaten.)

Sizin doğru diyetiniz belki zaten çok yediğiniz şeyleri azaltma/toksanız daha da yememe diyetidir, kim bilir..